25 Şubat 2016 Perşembe

Atlantik Kıyısında Harika Bir Yer; BİARRİTZ

Şimdi harika görüntüler eşliğinde güzel bir yer hakkında yazı yazacağım. Burası Biarritz..San Sebastian da konaklarken günübirlik bu sahil kasabasına gittik. Kaldığımız otelin tam karşısında bulunan otobüs şirketinden biletleri aldık ve sabah erken saatlerde yola çıktık. Yaklaşık 1 saat  süren yolculuktan şehre Biarritz'deydik. 
Bask ülkesi deyince akla hemen İspanyol Baskı gelse de, Bask halkının önemli bir bölümü Fransa’nın güney batısında Atlantik okyanusu ile Pirene dağlarının kesiştiği ve Baskça’da Iparralde denen Fransa Bask’ınde yaşıyor. Biarritz tüm Avrupa’dan sörfçülerin yıl boyunca geldiği bol dalgalı ve upuzun plajları ile bu bölgenin en bilinen kenti. 


Otobüsten iner inmez nereye gideceğimizi bilmeden aşağıya doğru yürüdük. 


Ve karşımıza muhteşem okyanus çıktı. Güneşli bir gün olmasına rağmen oldukça rüzgarlıydı. Uçsuz bucaksız sahil ve deniz karşısında büyülendik , olduğumuz yerde kalakaldık.


Avenue de l’Impératrice denilen yer üzerinde Pointe St-Martin’de deniz feneri yer alıyor. 1834’de yapılmış, denizden 73 metre yüksekliğindeki deniz feneri Biarritz’in en yüksek noktası ve 248 merdivenini tırmanıp tepede soluklandığınızda, Biarritz sahil şeridinin, Biscay koyunun ve de arkasındaki dağların enfes panaromik manzaralarını seyredebiliyorsunuz.



İspanya prensesi Maria Theresa ile Fransa kralı XIV Louis’nin düğünlerinin yapıldığı Saint Jean de Luz ve Fransa İmparatoriçesi Eugenie’nin yazlık sarayını yaptırdığı bu sahil kasabası bir zamanlar Avrupa sosyetesinin uğrak yeriymiş. Eski günlerine dönmeye başlayan ve popülaritesini gittikçe arttıran Biarritz, nefis manzaraları, mağazaları, kumarhaneleri ve restoranları ile dikkat çekiyor.
Ernest Hemingway, Bette Davis, Rita Hayworth, Gary Cooper ve Frank Sinatra gibi ünlülerin yanı sıra, önemli politikacılar, sosyete, İngiliz aristokratları, şöhretli yıldızlar, büyük kumarcılar, hepsi görmek ve görünmek için Biarritz sahillerinde yazlarını geçirmiş. Seçkinlerin vazgeçilmez tatil beldesi, İkinci Dünya Savaşını da atlatmayı başararak, 1920’lerden 50’lere kadar ihtişamlı partilere, balolara, danslara sahne olmuş. Ancak Biarritz, 1950’lerden sonra yavaş yavaş şöhretini Akdeniz’in yükselen destinasyonu Côte d’Azur’a kaptırmaya başlamış. Ve de 1970’lerde neredeyse tamamen büyüsünü kaybetmiş.


Biarritz  en görkemli günlerini   20′li ve 30′lu yıllarda yaşamış. O dönem Fransız, İngiliz, İspanyol ve Rus aristokratlar, yaz aylarında plaj kıyısındaki büyük şatafatlı otellere gelirmiş. Carlton, Continental, Victoria, Grand, Angleterre, Miramar ve tabii aralarında bugüne kadar gelen Hôtel du Palais. 50′lerde diğerlerinin çoğu apartmanlara dönüşürken, Palais’nin de iflas etmesine ramak kalmış. Bölgenin kalkınmasına, son yıllarda ivme kazanmış sörf kültürü öncülük etse de canlanma öyle hemen olmamış. Biarritz’in eski parıltısı, Palais’nin okyanus, kasaba ve plaj manzaralı havuz başında hala hissediliyor. Otel 1850′li yıllarda III. Napolyon tarafından saray olarak yaptırılmış. Bordo ve krem rengi şatafatlı bina, Louis XIII dönemi stiline öykünerek inşa edilmiş.


  Kıyıdan denize doğru uzanan, üzerinde bir Meryem Ana heykeli yerleştirilmiş, Rocher de la Vierge – Bakire Kayası isimli adacık yer alıyor. 1865’de mercan kayaları ile çevrili bu kayayı oydurup tepesini bir Meryem Ana heykeli ile taçlandırmak ve de bir köprü ile kıyıya bağlamak, III. Napolyon’un arzusuymuş. Ve adacık önce ahşap bir köprü ile, ardından da Eyfel Kulesi çalışmaları sırasında Gustave Eiffel tarafından tasarlanan metal bir yürüyüş köprüsü ile kıyıya bağlanımış.



Cote des Basques plajını geçip Virgin  kayasına vardık. Denizdeki kaya ada demir köprüyle ana karaya bağlanmış üstüne Meryem Ana heykeli dikilmiş. Virgin kayasının hemen dibindeki eski liman denilen bölgede küçük Port Vieux plajı çok güzel. Grande Plage şehrin önündeki kumsal yazın çok hareketli imiş.


Üçgen çatılı Bask evleri, düşsel sahte 19. yüzyıl şatosu ve art deco villalarıyla yan yana. Mimarinin yanı sıra, plajlar çok hoş. Biarritz’in en büyük keyiflerinden biri, sahilde bir yürüyüş: geniş, kumlu Grande Plage, Plage Miramar’a doğru devam ediyor. Minik kulübeleriyle eski balıkçı limanına kadar uzanan kayalıkların; geceleri yükselen suyla hafif aydınlanan Rocher de la Vierge (Bakire Kayalığı); korunaklı küçük Plage du Port Vieux ve rüzgarlara açık Plage de la Coté des Basques’ın dev dalgalarının çevresinde yürüyebilirsiniz. 




Girdiğimiz bir kitapçı da bakın ne ile karşılaştık :)



1993’den beri her Temmuz ayında dünyanın her yerinden sörfçüler Biarritz Surf Festivali için burada toplanıyor. 



Bir gün boyunca zaman geçirdiğimiz Biarritz'e  biz bayıldık..

21 Şubat 2016 Pazar

SAN SEBASTİAN GEZİSİ

                            Bilbao'dan otobüse binerek 1,5  saatte deniz kenarında harika bir şehir olan San Sebastian'a  gittik. Otelimiz oldukça güzel ve otobüs terminaline çok yakın olan  Hotel Astoria 7  .  Konumu, lobisi, kafesiyle çok rahat ettiğimiz bir otel oldu. Sinema temalı otelde her oda bir sanatçıya adanmıştı ve bizim şansımıza Mel Gibson çıktı.



Tüm gün boyunca kilometrelerce  yürüdükten sonra hemen otelin kafesine geliyorduk. 




Eşsiz sahilleri, zenginliği, meşhur film festivali, muhteşem mutfağı, pahalı turistik zevkleri ile dördü Fransa üçü İspanya topraklarındaki 7 eyaletten oluşan Bask bölgesinin kültür başkenti San Sebastian'a hayran kaldık. Otelden ana cadde de dümdüz sahile doğru yürüyünce en önemli yerlerini de görmüş oluyorsunuz. Biz 20  dakikalık bir yürüyüşle o muhteşem Atlantik okyanusa ulaştık. Gördüğümüz manzara muhteşemdi. Yazın burası oldukça kalabalıkmış, denize girenler, güneşlenenler, sörf yapanlar..
Kışın boş olsada  farklı bir büyüsü vardı. Boydan boya kumsal, köpeği ile gezenler, hatta denize girenler..



Evet  gözlerimize inanamadık , biz kalın giysiler ile gezerken bazı insanlar denize giriyorlardı. Girenlerin  çoğu da yaşlılardı. Dalgalar oldukça korkunç görünmesine karşın millet denize giriyordu. İşte  Ünlü 1350 metre uzunluğundaki Bask kıyısının en ünlü plajı Playa de la Concha'nın kenarındaki Paseo de la Concha kordunu.

                                        

                    Sahilin bir yanında insanların oturduğu , güneşlendiği köprü ayrı bir güzel. Burada  La Concha Koyu’nun soluk kesen manzarasını seyrediyorsunuz. Yazın Motoras de la Isla’nın düzenlediği kısa motor turlarına katılabiliyorsunuz, koyun yanı sıra içindeki Santa Clara Adası’nı da yakından görüyorsunuz..


"Parte Vieja" yani eski şehir sokaklarında birbirinden lezzetli pinchos denemeleri için uzun saatler geçirdik. 19. yüzyıldan kalma Art Nouveau binaların ve küçük dükkanların olduğu, yayalaştırılmış kısmı Centro Romantico.



                          San Sebastian yakın çevresinde Michelin yıldızlı meşhur restoranlar da bulunuyor, Arzak, Akalare, Martin Berasategui...  Bu gurme mabetlerine aylar öncesinden rezervasyon yapılıyor ve fiyatlar cep yakan cinsten. Set menüler ve degustasyon menüsü de var ama adam başı 150 Euro civarı. Hiçbirine uğramasam da çok sorun değil çünkü eski şehir içinde çok sayıda pintxos bar ve kaliteli restoran geç saatlere kadar makul fiyatlarla harika lezzetler sunuyorlar. 



Urgull Tepesi’ndeki kiliseyi, dev İsa heykelini  görmek için eski şehirden geçerek tepeyi tırmandık.  





Koyun batı ucundaki fünikülere binip  Igueldo Tepesi’ne çıkıyorsunuz. . Biz gittiğimizde füniküler çalışmıyordu. Döne döne kıvrılan araba yolunu kullandık bizde.  Merdivenlerden tırmanırken, kentin geçmişiyle ilgili fotoğraflar, objeler göreceksiniz. En tepede ise sizi yeryüzünün en etkileyici manzaralarından biri bekliyor. Kulenin dibindeki lunapark çocuklu ziyaretçiler için yapılmış. Kulenin önündeki restoranın geniş terasında oturup bir kahve için ve bu güzelliğin tadını çıkarın.



Zurriola sahilinde, Gros semtindeki bar Ondarra günbatımında masalarını kaldırıma çıkarıyor. Eşsiz manzara karşısında büyülendiğiniz noktalardan biri.





Uzun yürüyüşlerden , yorucu geçen günlerin gecelerinde dinlendiğimiz  , harika kahvelerini içtiğimiz yer yine otelimizin lobisi oluyordu. Sinema kitap ve dergilerin resimlerine bakarak kahvenizi yudumlamak gibisi yok..Ah ah çok özledim ben bugünleri..

14 Şubat 2016 Pazar

İspanya'nın Harika Şehri ; BİLBAO

                           Genelde İspanya'nın güney kısımları bilinir ve gezilir. Biz de THY kampanyalarına denk gelerek oldukça uygun fiyata Bilbao aldığımızda buradan fazla bir beklentimiz yoktu. Gidelim bakalım nasıl diyerek fazla bir heyecanımız olmadan çıktık yola. Bilbao uçuşu neredeyse 4 saat. Giderken korkum yüzünden bu dört saat geçmek bilmedi. Sabah saat 8.30 da İstanbul'dan yola çıktığımızda hava sıcaklığı tam 0 dereceydi. Öğle saatlerinde Bilbao'ya indiğimizde hava sıcaklığı 21 derece olduğunu gördük. Bilbao havaalanına inerken görüntümüz şöyle..


                             Havaalanı dağların ardından deniz kenarında ilginç bir konuma sahip. Fazla büyük ve kalabalık değil. Bavulları alır almaz çıktığınızda otobüs durağı var ve 20 dakika da 1,5 euro ile şehir merkezine geliyorsunuz. Bizim seçtiğimiz otel Hotel Miro  ..Uygun fiyatlı olsun diye arkadan seçmiştik ama gidince gördük  ki  yeri çok kötü. Camı açınca karşı tarafta koca bir baca vardı. Hemen odamızı değiştirdik. Yeni odamızın manzarası şehrin simgesi haline gelmiş  Guggenheim Müzesi..



                            Mimar Frank Gehry tarafında 1997 inşa edilmiş. Dünyanın başka yerlerinde de bulunan Guggenheim müzeleri içinde binasıyla en meşhuru. Bu sürreal yapının sadece çevresini gezerken bile başınız dönebilir.  Çiçeklerden oluşan meşhur “Puppy” de şehrin önemli simgelerinden biri haline gelmiştir. Koskocaman çiçeklerden oluşmuş bir köpek..





                            Müzenin iç mimarisi de dışı kadar ilginç. Müzenin lokantası Michelin yıldızlı. Müzenin önünde Mama  adlı  dev bir örümcek varmış ve anneliği temsil ediyormuş. Bir araya gelmiş 73 çelik küre de ilginç bir görünüme sahip. Dünyanın faniliğini, gelip geçen zamanı simgeliyormuş. Aynı zamanda yedi renkli lale de ayrı bir güzellik  vermiş müzeye..



Şehrin ortasından geçen Nervion Nehri ayrı bir güzellik  katmış şehre. Tüm nehir boyunca koşan, yürüyen insanlar çoğunlukta. UNESCO  Dünya miras listesinde bulunan  Zubizuri  Köprüsü görülmeye değer. 
 Bu rotada karşılaşacağınız sanatçılar ve eserleri ise sırası ile şunlar : Vincente Larrea / Dodecathlos, Salvador Dalí /Muse of the Dance, Jose Zugasti / Drifting, Angel Garraza / Sites & PlacesUlrich Rückriem/ İsimsizWilliam Tucker/ Maia, Markus Lüpertz/ Judith, Eduardo Chillida/ Meeting Place IV, Jedd Novatt/ Chaos, Anish Kapoor / Tall Tree & The Eye, Yves Klein / Fire Fountain,  Fujiko Nakaya / Fog Sculpture, Louise Bourgeois / Maman, Daniel Buren / Red Arc, Enrique Barrós/ Muse, Joaquín Lucarini / Reading. Geri dönerken çağdaş mimarinin en güzel örneklerinden birisi olan Cesar Pelli imzalı gökdelen Torre İberdrola’yı incelemeyi unutmayın. 



Casco Viejo  Bilbao'nun en eski bölgelerinden. 1400 lerde yapılan  Las Siete  Calles adı verilen yedi caddesi var.  Biz ocak ayında gitmemize rağmen bahar tadında bir hava vardı. Ağaçlarda 
çiçekler açmaya başlamıştı.Buradan Arenal Caddesi boyunca kıyıya paralel yürüyüp, Viskaya Köprüsü’nden geçerek keyifli bir yürüyüş yapabilirsiniz.




İspanyollar dinlenmeyi çok seviyor. Siesta saatlerinde (14:00-17:00)  ve Pazar günleri çoğu dükkanın kapalı olacağını, sokaklarda turistlerden başka kimseyi bulamayacağınızı unutmayın. 



Avrupa’nın en büyük kapalı yemek pazarlarından birisi olan Mercado de La Ribera’yı ziyaret edebilirsiniz. 1930’da inşaa edilmiş Pazar yeri, yeni bir renovasyon geçirerek, renkli cam ve fayansları neoklasik detayları ile güzel bir mekan. 



Casco Viejo'da Bilbao’nun en eski binası olan ve İspanya’nın en önemli mimari eserleri arasında yer alan Santiago Katedrali’ni ziyaret edebilirsiniz. Diğer kiliseleri de gezmek istediğimiz de devamlı kapalı olduklarını  gördük nedense.


Bilbao da üç gün geçirdik. Sonrasında San Sebastian'a geçtik. Bir daha ki post burası.





7 Şubat 2016 Pazar

Bir Tatil Daha Biterken..

                     Geldik bir tatilin daha sonuna. Sömestr tatili koskoca  15 gün geldi ve geçti. Yarın işbaşı yapılacak, yaz tatili hayali kuracağım şimdiden. Planlar yapacağım, gün sayacağım. Bu yazının  bir pazar yazısı kıvamında keyifle okunan bir post olmasını istiyorum. Bu yüzden tatilim nasıl  geçti, neler yaptım anlatacağım . Haydi alın elinize çayları , kahveleri :)
                   Tatil başlar başlamaz daha önce aldığımız biletlerle İspanya Bilbao'ya  gittik. 8 günlük koca bir tatil yaptık. Yakında fotoğrafları düzenleyeyim, yazılarını yazayım paylaşacağım zaten ayrıntılı olarak. Sonrasında eve dönüş, bavulların boşaltılması, çamaşırların yıkanması, biz yokken 9 dereceye inen evi ısıtma çalışmaları falan zaten 2-3 gün böyle geçti. Sonrasında  kuzenlerle görüştük, hava giderken bıraktığımız gibi değildi. Ilık  ve güzel  bir hava vardı. Kendimizi özlediğimiz sahile bıraktık, martılara ekmek attık, deniz kenarında kahve içtik.



                Evde  de  zaman geçirmeyi özlemişiz. Kızımla yalnız kalınca  bir şeyler yapalım diyorum ama zamanımızın en büyük sorunu çocukların internet bağımlılığı. Bir de  hiç birşeye ilgi   duymayan bir çocuğunuz varsa  ne yapacağınızı şaşırıyorsunuz. Eline tableti verip oh sesi çıkmasında tüm gün kafamı dinleyeyim modunda hiç olamadım. Hatta ona yeni birşeyler bulup yönlendirmeye çalışırken duyarsızlılığına karşı çok üzülüyorum. Bir şeyi daha yeni anladım bir çok şey gibi bu da insanın içinden gelecek.
Onun için bulduğum uğraşlardan biri de şu boyamalar. Gerçi hiç ilgisini çekmez , bir tarafa atar sanıyordum ama ilgiyle boyamaya başladı. Bu da çok hoşuma gitti. Ben de bir taraftan keçe dikip örgü örüyorum. Basitçe motiflerden yapmaya çalışıyorum. Bakalım ne zaman bitecek?  Birleşipte bir battaniye olana kadar çok zaman geçecek bence..


              Evde yapılacak en güzel uğraşlardan biri de kurabiye yapmak. Biz de kirpi kurabiye denemesi yaptık. Gerçekten çok güzel oldu. Kirpi de oldu sanki :)



Tatildeyken başladığım ve bu haftasonu bitirdiğim bir kitaptan bahsetmek istiyorum. Tunga Ozan'ın yazdığı Dünya Değişmeden. Baştan sona merakla okudum. Çünkü bir gezginin kitabı. Gittiği gördüğü yerler, farklı insanlar, farklı coğrafyalar..Evdeyken sizi kıpır kıpır eden ben de çıkmalıyım yollara, daha çok gezmeliyim görmeliyim dedirten bir kitap.



                    Bugün pazar   ve  yağmurlu bir gün. Böyle bir günde yapılacak en güzel şey bir film seyretmek. Biz ne seyretsek derken  bu belgeseli buldum geçenlerde. Onu seyredeceğiz az sonra. Dün gece  biraz seyrettim. Üç dağcının Meru dağına tırmanmalarına şahit oluyorsunuz. Bunun  nasıl olduğunu aklım almıyor. Bu kadar dik bir dağa , -20 derecede tırmanmak, dikey bir şekilde dağa asılmış bir vaziyette uyumak ve bunu başarmak.. Bu insanlar insanüstü. Ağzım bir karış açık, hayranlıkla seyrettim. İşin ilginç tarafı aralarında bir türkün olması. Renan Öztürk. Hemen instagramda da buldum, harika fotoğrafları var. Gezmekten, adrenalinden, dağlardan, tepelerden hoşlananlara..

                                        




             

1 Şubat 2016 Pazartesi

Görüntüler, Yaşamlar ve Gerçeklik

                              '' Günümüzde her yanda bol miktarda imge var. Daha önce hiç bu kadar çok şey incelenip seyredilmemişti. Her ana gezegenin ya da ayın öte yüzünde nesnelerin nasıl göründüğüne bir göz atabiliyoruz. Görüntüler şimşek hızıyla kaydedilip aktarılıyor.
           Ancak bununla, bir şey  masum bir biçimde değişti. Eskiden görüntüler elle tutulur gövdelere ait olduklarından bunlara fiziksel görüntü derdik. Şimdi herşey uçucu. Teknolojik yenilikler görüneni varolandan ayırmayı kolaylaştırdı...
           Bu yüzden ( ve iştah kavramının fiziksel  çağrışımları düşünülürse tuhaf biçimde )  var olan , yani gövde ortadan  kayboluyor. Bir içi boş elbiseler ve arkası  boş maskeler seyirliliğinde yaşıyoruz. ''



                                  Bunları ben demiyorum,  okuduğum  Görünüre Dair Küçük bir Teoriye Doğru Adımlar  kitabından..John Berger öylesine doğru bir konuya değiniyor ki , okuyunca durup şöyle bir düşündüm. Görüntüler dünyasında yaşıyoruz. Özellikle instagram, facebook  yaşamları didik didik etti. Ben de bu dünyada etkin bir haldeyim işin garibi.  Oldukça etkileyici, güzel fotoğraflar var her yerde. Sanki herkes sanatçı. Bir taraftan ne kadar güzel diyorum , insanların içinde ki o estetik gücü harekete geçirdi, beğenilme, takdir duyma güdülerine de cevap vererek daha da yaratıcı işler çıkmaya başladı. Diğer taraftan tüketim çılgınlığının ağına birçokları gibi  yazılar düştü. Uzun uzun yazılan blog yazıları okunmaz oldu. Yalnızca meraklılarına hitap ediyor . Kısa vade de iş gören instagram  revaçta. Hızlı hızlı  fotoğraflara bak , gör - geç , bir diğeri, bir diğeri.. İyi mi kötü mü karar  veremiyorum. Hayatın hızlı akışına uyuyor galiba herşey. 
                          Gerçekliği sorguladığım sıralar rastladığım satırlar bana eşlik etti, ben de paylaşmak istedim..

Fotoğraf: http://hayatimdansectiklerim.blogspot.com.tr/









Cuma Geldi

                                   Evet cuma geldi, yorgunluk da geldi hatta günlerdir süren baş ağrılarım da geldi. Bu hafta oldukça olums...