24 Ekim 2015 Cumartesi

Heidelberg Gezisi

                         Neckar Nehri etrafına kurulmuş, yeşillikler içindeki bu kasabayı merak edişim Enis Batur'un  kitabında okuyuşumla başlamıştır. Heidelberg sokaklarında  yürüyen Enis Batur'u satırlar boyunca hayal etmişimdir. Ve şimdi biz buradayız diye geçirmiştim Heidelberg Neckar nehri boyunca yürürken..
            Almanya’nın Baden-Württemberg eyaletinin kuzeyinde, tarih ve doğanın iç içe olduğu bir yer olan Heidelberg, Almanya’nın en sevilen ve en çok ziyaretçi çeken şehirlerinden birisi. Biz Frankfurt'tan trenle geldik buraya. Tüm gün gezdik dolaştık.  Adına “Ich hab’ mein Herz in Heidelberg verloren/Kalbim Heidelberg’de kaldı” diye bir şarkı bile yazılmış olan şehir, savaşlardan zarar görmemeyi başarmış nadir Avrupa şehirlerinden bir tanesi. 
Heidelberg, aynı zamanda bir üniversite şehri. 1386 yılında kurulmuş olan Almanya’nın en eski üniversitesi olan Heidelberg Üniversitesi tıp ve eczacılık açısından Avrupa’nın en önemli üniversitelerin biri. Goethe, Georg Willhelm Friedrich Hegel, Robert Bunsen, Max Weber veya Karl Jaspers gibi büyük isimleri kendisine çekmiş şehirde, bugün 30 binin üzerinde üniversite öğrencisi bulunuyor.

                          

               Şehrin kalbinin attığı en meşhur caddesi olan  Hauptstrasse, Neckar Nehri ile görkemli kalesi arasında kalıyor. 1,5 km’lik bir uzunluğuyla, Avrupa’nın sadece yayalar için ayrılmış olan en uzun caddesi unvanına sahip. 

                       

                 Ortasında bir Herkül heykeli ve çeşme, bulunan Marktplatz Meydanı çevresinde çok sayıda hediyelik eşya satan dükkanlar ve açık havada masaları bulunan kafe ve restoranlar yer alıyor. 1700’lü yıllarda şehri savunan halkın kahramanlığını simgeleyen anıtın orijinali Kurpfälzisches Müzesi’nde bulunuyor.
Heidelberg, Neckar Nehri tarafından ikiye ayrılmış. Üzerinde bulunan 200 metre uzunluğunda ve 7 metre genişliğindeki Eski Köprü ise burada bulunan ahşap köprünün yerine, yine bu bölgeden çıkan kumtaşı ile 1788’de yapılmış. Şehrin Kalesiyle beraber simgesi olan köprü, II.Dünya Savaşı’nda Alman askerlerince diğer tüm köprüler gibi yıktırılmış. Savaş sonrası halkın topladıkları parayla yaptırılıp 1947’de yeniden açılmış.

                       

                     Heidelberg Kalesi, bir kartpostal görünümü veriyor. 13. yüzyıldan kalma kırmızı taştan yapılmış kalenin bazı yerleri yıkılmış olsa da görkemli ve görmeye değer bir yapı. Heidelberg Sarayı olarak da adlandırılan kale, 1398-1410 yıllarında, Prens Elector Ruprecht III hanedanlığın ilk rezidansı olarak da kullanılmış. 1764 yılında yıldırım çarpması sonucu zarar gören kalenin taşları bir dönem yöre halkı tarafından ev yapımında da kullanılmışsa da, daha sonradan kale korumaya alınmış.

                         

                       Girişinde bir saat kulesi bulunan kalede, çeşitli sergilerin düzenlendiği Alman Eczane Müzesi yanı sıra, 1751 yılından kalma, 185 bin 500 litrelik dünyanın en büyük ahşap fıçısı da bulunuyor. Sonradan kaleye eklenen Kral Meydan’ı yaz aylarında yapılan Heidelberg Kalesi festivaline ev sahipliği yaptığı gibi, tiyatro, müzikal, opera ve klasik müzik konserleri için kullanılıyor.

                              

             Hareketli meydanları, Heidelberg Kalesi, Karl-Theodor Köprüsü, Neckar Nehri, renkli gece hayatı, Hauptstrasse gibi nefis sokaklarıyla küçük, ama rengârenk bir şehir Heidelberg, 19. Yüzyılda, “A Tramp Abroad” adlı kitabını yazarken burada kalan Mark Twain’in de övgülerini aldığını hatırlatalım.










20 Ekim 2015 Salı

Almanya'da MASAL YOLU

                             Gecikmiş  bir  gezi  yazısı  daha.  Bayram  tatilinde  Almanya'da  bulunan  masal yolunun  bir kısmını gördük. Masal yolunda  bulunan  kasabalara gitmek için  Frankfurt'u  merkez seçtik. Zaman  çok az  olduğundan  her kasabayı  gezemedik ama çok güzel yerler  gördük yine. Frankfurt'u son gün  gezdik, burayı da  başka  bir  yazı da  anlatacağım.

             Grimm Kardeşler’in yarattıkları Pamuk Prenses ile 7 Cüceler, Sinderella, Hansel ve Gratel gibi masal kahramanları doğalı 200 yıl oldu. Yıldönümü Frankfurt’tan Bremen’e masal şehirlerinde çocuklu ailelere yönelik özel etkinliklerle kutlanıyor. 

              Grimm Kardeşler çevrelerinde dinledikleri öyküleri düşgüçlerini kullanarak zenginleştirmiş, Avrupa masal geleneğinde yeni bir çağ açmıştı. Yarattıkları kahramanlar farklı sosyal sınıfların, ulusların ortak değerleri oldu. Kuşaktan kuşağa aktarıldı. İki kardeş, “Grimm’lerin Peri Masalları” kitabının ilk bölümünü 200 yıl önce aralık ayında yayımlamıştı. İlk kitabı diğerleri izledi, toplam 210 masal yaratıldı.
              İlk  gün  Frankfurt'a oldukça  yakın  olan Hanau  kasabasına  gittik. Bunun  için treni  kullandık  ama  Almanya'da tren fiyatları oldukça yüksek. 

                                    

          HANAU
 Masal Yolu, kuzeyden güneye, Bremen’den Frankfurt’a uzanıyor. Karayoluyla yaklaşık 600 kilometre. Jacob ile Wilhelm Grimm’in doğduğu Hanau turun ilk durağı. Frankfurt’a yaklaşık 20 kilometre uzaklıktaki kasaba iki evladını ana meydanındaki dev heykelle ölümsüzleştirmiş. Ayrıca kasabanın müzesinde Grimm’lerin yaşamöyküleri anlatılıyor.  


           40 kilometre kuzeydeki Steinau, tarihi ahşap evleri, çiçekle süslenmiş pencereleriyle tablo gibi bir kent. Müzesinde iki kardeşin genç yaşlarda geldikleri kentteki öyküleri, Alman masal geleneği içindeki yerleri anlatılıyor. 

                                        

           UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan ormanlardan geçerek kuzeye devam ettiğinizde, 100 kilometre ileride meşhur kaplıca kenti Bad Wildungen’e varacaksınız. Kentin yanı başındaki tepenin üstünde Pamuk Prenses’in Evi yer alıyor. Bu güzel ev temizliğiyle dikkat çeken Bergfreitheit köyünde. Yedi Cüceler ve yataklarının bulunduğu bir odadan giriliyor yapıya. Cücelerin şapkaları yataklarına sıralanmış. Üst katta genç yaşta ölen güzel Margaretha’nın öyküsü anlatılıyor. Masala esin veren Margaretha van Waldeck, küçük yaşta üvey annesi tarafından evden uzaklaştırılmış. 1554’te 21 yaşında, zehirlenerek öldürülmüş...

                          

              Kentin yakınında 450 yıllık bir bakır madeni var. Zamanında buraya vergisiz kazanç ve özgürlük vaadiyle ülkenin dört bir yanından pek çok Alman gelmiş. Kuyu kazmanın, ağaç kesmenin serbest olduğu ormanlarda zor koşullarda çalışıp para biriktirmişler. Yedi Cüceler efsanesi de kısa boylu madencilerden kaynaklanmış. Sadece kısa boylu, kıvırcık saçlı, iri pazulu olanlar Pamuk Prenses Şatosu’nda iş bulabilmiş. 

           MARBURG
                       Lahn Nehri kıyısındaki Marburg ise masalların şehri. Sadece savaştan kurtulan ortaçağ yapılarıyla değil, sokaklarında karşınıza çıkan Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler, Kurbağa Prenses gibi masal kahramanlarıyla da. Grimm Kardeşler’in pek çok ünlü masalını yazdığı şehir “Alman Masal Yolu”nun önemli duraklarından.

                         


           KASSEL
            Kassel kenti Bad Wildundegen’den 35 kilometre uzaklıkta. İki kardeş hayatlarının önemli bölümünü burada geçirmiş. İsimlerini taşıyan müzede masalların ilk baskıları, elyazısı notları, düzeltileri sergileniyor. Bu vesikalar çocuklardan çok araştırmacıların dikkatini çekiyor. 
Rapunzel masalı, kulesiyle dikkat çeken Trendelburg otelinde yaşatılıyor. Bir kuleden yaklaşık 10 metre uzunluğunda sarışın saç sarkıyor bahçeye. Sevgililerin tırmanması için. 700 yıllık tarihinde bir kez bile işgal edilmemiş bu şato. Şövalye zırhıyla süslü odaları, burçlu kuleleri, ortaçağ ekipmanlarıyla gerçek bir masal şatosu burası. Eğer talep gelirse misafirleri ortaçağ zırhlı bir rehber karşılıyor. Konaklama boyunca yardımcı oluyor.
Perili şatoyu andıran otel bölge halkı için en popüler düğün mekânı. Sadece Almanlar değil, Rusya’dan hatta Moğolistan’dan çiftler geliyor evlenmek için.

                           

             Bir başka masal şatosu, Uyuyan Güzel Dornröschen’in mekânı Sababurg da evlenmek isteyen çiftlerin gözdesi. Burgu şeklinde yükselen dış merdivenle efsaneyi bütünleyen balayı odasına ulaşılıyor. Otelin işletmecisi Günther Koseck’in söylediğine bakılırsa ailesi 1957’de yapıyı devraldığında şato yıkıntı halindeymiş. Bugün Uyuyan Güzel Dornröschen rolünde güzel bir genç kız geziyor otelin bahçesinde. Konuklarına bitki çayı ve gül şeklinde leziz bir pasta ikram ediyor.

                            


           Masal Yolu uzun bir yol. Biz 4 gün  boyunca kısa  bir  bölümünü gezdik. Yazdıklarımın çoğunu internetten kopyaladım . uzun zaman olunca birçok bilgiyi unutmuşum. Bir daha ki yazım Almanya'da harika bir kasabadan..













11 Ekim 2015 Pazar

Harika Bir ADA ; Kalem Adası

               Dikili'de  yaptığımız tatilin  en güzel günlerini   Kalem Adasında geçirdik. İzmir’in Dikili ilçesinde, Garip Adası ile Bademli köyü kıyıları arasında 480 bin metrekare alanıyla Kalem Adası son zamanlarda “Türkiye’nin Maldiv’i” olarak ünlenmiş. Üzerine yapılan butik otelle Kalem Adası olarak ünlenen ada haritalarda geçmiyormuş. 
                Antik dönem tarihçisi Strabon’un Ege’deki Aiolis bölgesinde bulunan Arginussi adıyla andığı üç küçük ada grubu içindeki Kalem Adası İÖ 1200 yıllarına uzanan tarihi izler taşıyor. Arginussia üçlüsünün öbür ikisi; Garip ve Güvercin adaları. Adalar haritalarda Garip Adaları adıyla anılıyor. Kalem Adası ana karanın yalnızca 450 metre açığında, Yunanistan’ın Midilli Adası’na uzaklığı ise 13 deniz mili. 
               Burada  bulunan otelde  huzur  dolu  2 gün geçirdik. Gerçekten huzur ve  sessizlik  hakimdi. Hem  otelin  fazla  büyük olmaması  hem  eylül oluşu bizim için avantajdı.


                Odadan çıkınca  zeytin ağaçlarının  içinde  buluyorduk  kendimizi. Daha  bir çok  çeşit ağaç  var ama  zeytin ağaçlarının  yaşları epey  var. Özellikle geceleri  esen  rüzgarda yalnızca ağaç  ve  deniz  sesi duymak çok güzeldi.  Gerçekten de  bir adada  olduğunuzu  o zaman  anlıyordunuz.


Ada da ki  otelin  her  köşesi  çok  güzeldi.  Doğayla uyumlu, çevreyi koruyan konsepteki otel  hakkında  çok  yorum  vardı.  Bu  yüzden giderken beklentimiz  düşüktü. Ama  bunların çoğunun  gerçek  olmadığını  gördük.  Sadece  ekstra fahiş  fiyatlar doğru.



Özellikle  adanın  denizi  çok  temiz ,  balıklarla  yüzüyorsunuz.  Otelin iskelesinde  tüm gün  vakit geçirdik,  yüzdük, uyuduk.  Hafif  bir  müzik eşliğinde  karşınızda  bir  kara, masmavi  deniz , altınızda balıklar  herşey rüya  gibiydi.


İskele  üzeri  dinlenmeler  sırasında  olmazsa olmaz kitap okuma. Çocuklar da  yanımızda huzur içinde kitap okudular,  denize girdiler, deniz kabuğu  çıkardılar denizden.


Ada  da  kalmasanız  bile  yapılan  tekne  turları  ile  buradaki  koyları  geziyorsunuz. Dikili'nin  meşhur un kurabiyesinden de  deneyin  derim. 


6 Ekim 2015 Salı

DİKİLİ Gezisi

                    Eylül  ayında  harika bir hafta  geçirdik Dikili'de. Bir an da  arkadaşımla karar vererek  daha önce hiç gitmediğim Dikili' de  bulduk kendimizi. Dikili  içinde kalabileceğiniz bir çok seçenek var. Biz öğretmenevinde  kaldık. İlk  gün  yürüyerek Dikili'nin  merkez  plajına  gittik. Şehrin  içinde  olmasına rağmen  deniz oldukça  temizdi. Upuzun bir  kumsalı  var, üzerinde de  belediyeye  ait plajlar  tüm ihtiyaçlarınızı  karşılıyor. Eylül  olmasının  avantajı  çok iyiydi  çünkü  kalabalık  yoktu,  kafamızı dinledik.



                      

                Ertesi  gün  Killik koyuna  gittik. Bunun  için  minibüsle  Bademli'ye gidiyorsunuz. Son  durakta  inerek  deniz kenarında  uzun  bir  yürüyüş  yapıyorsunuz. Burada  kamp  kuranlar, çadırlar, bir -iki  de  küçük  tesis  var. Bu  tesislerden  gün  boyu  yeme içme de  yararlanabiliyorsunuz.  Denizi  sığ özellikle  çocuklar için  ideal. Su sıcaklığı  eylüle  göre çok iyiydi. Denizin rengi  mükemmel, tertemiz.  Buradan da  çok  memnun  kaldık.



                    Akşam  yemeklerini  genelde  Dikili de  deniz  kenarında  bulunan  öğretmenin evinde yedik. Fiyatlar  çok uygun  ve  yemekler  lezzetli.  Sonrasında  sahil kenarında  bulunan satıcılara bakarak gezebilir,  meşhur lokma tatlısından  yiyebilirsiniz.
             


3.  günümüzde  Kayra Beach  denen  yere  gittik. Yine Bademli  minibüsüne binip  bu  koyun  bulunduğu  yolda  iniyorsunuz.  Denize  doğru zeytin ağaçlarının  arasından uzun  bir  yürüyüş  yapmanız  gerekiyor. Aracınız  yoksa  eğer  haber  verirseniz  mekan  sahibi  aracıyla  sizi  alabiliyor.  Biz gittiğimiz de  fazla insan yoktu. Özel koy  sanki  bize aitti. Bu sakinlikte zeytin ağaçları altında  çok  güzel  ve  huzurlu bir gün  geçirdik.



                           

                           


               Bademli  Köyünden de  bahsetmek istiyorum  çünkü  çok şirin  bir  köy. Koylara  geçiş yaparken  birkaç  saat  uğramakta  fayda  var. Sakin , huzurlu gerçek köy havası ..Köyün zeytinyağı ve koruk suyu ünlü.  Bir  kahvesine  oturup  ilk  kez  koruk suyunun  tadına baktım  ve  çok  beğendim. Giderken de  bir  kaç şişe satın aldım.


Köyde ki  kahvelerden  birine  oturup  amcalara  dedelere, gelene  geçene bakmak çok  keyifliydi. Orada  içtiğimiz  kahvenin  tadını  unutamıyoruz. Hem de 1,5  tl..



Tatilde  ne  okudum  derseniz işte  burada. Ailece  gezgin  olan  Sarıhan  ailesinin  bisikletle  Avrupa turu.  Güzel  fotoğraflarla çocuklarının  ağzından  su  gibi  giden  bir  kitap. Gezgin ruhlara..



Buradan  Dikili'nin  karşısında bulunan  Kalem  adasına  geçtik.  Orayı  ayrıca  anlatacağım  çünkü   çok  güzel  bir  adaydı.  Dikili'nin  daha  bir  çok  koyu  varmış.  Bizim  vaktimiz  yalnızca  bunlara  yetti.  İnşallah  bir  daha ki  yaza  diğer  eşsiz  koylarına  gitmek istiyorum. Zaten  burası  Türkiyenin  Maldivleri  diye  geçiyormuş,  turkuvaz  suları  görmeye  değer..







1 Ekim 2015 Perşembe

İş , Güç vesaire...

                      Çalışmadan olmuyor  ,  çalışınca  hiç  olmuyor.. Hep  sıkıntı içindeyiz . Şu  dünya da  çalışma hayatından, işinden gücünden mutluluk duyan,  iş  yerinde  mutlu olan, başka uğraşlara bile  gerek duymayan ,  pazartesi  sendromu olmayan insanlara  şaşkınlıkla  bakarım. Yok yok  imrenmem.  Bazen düşünürüm  zevkle  yapacağım ne olabilir bu  dünya da  diye.  Gezelim  görelim programı mı :)  O kadar gezmeyi  sevsemde  sonuçta iş işte.  Birilerine  birşeyler  borçlu olacaksın,  zamanın da  yapman gereken işler olacak,  yok  bu da olmaz.  Belki  tembel  bir balık oluşumdan  bu.
                    Kafka '  nın  karakterlerini  bilirsiniz.  Onları  çok yakın  bulurum  kendime. Taşra da  Düğün Hazırlıkları kitabında ki Raban  kendisini  bekleyen  bunaltıcı görevlerle  başedebilmek için tıpkı Dostoyevski'nin  Golyadkin'i  gibi köye işlerini  yapması için  ikizini  yollar. Kendisi ise  sıcacık yatağında  battaniyesine sarılıp kımıldamadan kalır. Böyle  bir şansım olsa diye çoğu  sabah  düşünürüm :)  
                    Yatağında  bir sabah  kendini  hamam böceği  olarak bulan Gregor'un  hepimiz gibi  kaderi  vardır aslında. Gregor da  her sabah  erkenden kalkıyor ,  durmadan  tren  değiştiriyor, patronu  öyle  istediği  için istemediği  insanlarla  ilişki  kuruyordur.  Ama  biz bir  böcek olarak  bile kendimizi  bulamadık .  Esir olduğumuz  yollarda  esir olduğumuz işlere gidip geliyoruz.
                   Niye  bunları  yazdım şimdi?  Herkes  şehir merkezlerinde bir  yaşam sürmek,  şehir merkezinde en  güzel ve revaçta ki okullar da  başarılarını sergilemek isterken  yıllar sonra   köy okuluna gitmeyi  tercih ettim. Fazla insan,  fazla ilişkiler,  fazla olaylardan  sıkıldığım için,  curcuna  hayatttan,  yarışlardan,  kalabalıktan  kaçtığım için  bir köy okulunu  seçtim. Okulda dört  öğretmeniz ,  tam istediğim gibi. Köy zaten tam istediğim  gibi .. Her sabah farklı bir  havayı  soluyacağım.  Birçoklarınız  trafik,  kalabalık,  üst üste insanlarla  yolculuk  yaparken  kusura bakmayın ama ben bu yolda  olacağım :)


Cuma Geldi

                                   Evet cuma geldi, yorgunluk da geldi hatta günlerdir süren baş ağrılarım da geldi. Bu hafta oldukça olums...