28 Nisan 2015 Salı

Haftasonu İstanbul'da


Bu  ay  benim için  gezilerle  dolu  bir  ay oldu. Geçen  haftasonu  İstanbul'a  gidip  iki  gün bol bol gezdik. Neler yaptık  aşağıda. Harem'den  otobüsten  indikten  sonra Vapurla  Beşiktaş'a   geçtik. Gelişimiz  öğle  saatlerini  bulmuştu. Beşiktaş  Çarşıya  giderek  kahvaltı  mekanlarına  baktık. Şöyle ünlü  olanlardan birine  girdik hatta.  Ama  çalışanların  bezmiş  ve  ilgisiz  tavırlarına  maruz  kaldığımızdan geri  çıktık. Etrafa  bakına  bakına  gezerken  Elde  Börek  diye  küçük  bir  yer  gördük  ve  içeriye  girdik.  Çalışanlar  hep  bayan ve çok ilgililerdi. Çok  lezzetli  böreklerinden  ısmarlayıp  kahvaltımızı  yaptık.
    

Buradan  Emirgan'a  gidelim  dedik.  Ama  bizim  gibi  milyonlarda  düşünmüş  olacak ki  her gelen otobüs  ağzına  kadar  doluydu  ve  hiç  durmuyordu.  Bir  taksiyle  neredeyse  1,5  saatte  Emirgan'a  gittik.  İstanbul'da  yaşayanlar  bilir  trafiği.


Lale  festivali  olduğundan  ,  hava da  uzun  zamandır  böyle  güzel olmadığından  herkes  buraya gelmiş. Ama  laleler çok  muhteşemdi. En  güzeli  herhalde  hafta içi  buraya  gelmek.  Her yer  çok  kalabalıktı, piknik  yapanlar, çocuklar,  gezenler..



Buradan  çıkıp  yürüye yürüye  Rumeli Hisarı,  Bebek  tarafına  gittik.  Baltalimanında ki  Japon  Bahçesini  görmediyseniz  bu  mevsim  mutlaka  görün derim,  çok  güzel. 

a

Burada   bir yerde  yemek  yedikten  sonra  Aşiyan'a  çıkıp  Tevfik Fİkret  müzesine  gittik  ama  saat  16. 00  yı  geçtiğinden  kapanmıştı. Gezmeyi  çok  istiyordum  ama  olmadı. Bizde  ara sokaklarda  kaybolup  uzun uzun  yürüdük.





    Akşama  doğru  Karaköy'deki  otelimize  gittik. Otel lobisi  çok  ilginçti.  Yeraltında  koca  bir küp vardı. Merak edenler için  otel  burada  


Otelimizde  dinlenerek  ertesi  gün  Karaköy  sokaklarında  gezdik,  grafittileri  seyrettik  hayranlıkla,  kafeleri  keşfettik..



               Karaköy'de  küçük  bir de  kilise vardır.  Arka sokaklarda gezinmeye devam ettiğinizde yolunuz Ali Paşa Değirmen Sokak’ta Meryem Ana Kilisesi’ne çıkıyor. Tartışmalı bir konumu olan Türk Ortodoks Patrikhanesi 1922’de Fener Rum Patrikhanesi’nin gücünü azaltmak için kurulmuş. Kilise ilk olarak 16. yüzyılda yapılmış. Günümüzdeki bina, 1840’ta Panayia Kafatiani olarak inşa edilmiş ancak 1924’ten sonra Papa Eftim tarafından yeni oluşumun merkezi olarak kullanılmaya başlanmış.




Vapurla  tekrar  karşıya  Kadıköy'e  geçerek  Meşhur  Rumeli  Çİkolatacısından   çikolatalarımızı  alarak  bir  kafede  kahvelerimizi  içtik.  Kadıköy  çarşısında,  sokaklarında  dolaştık uzun uzun. 



Gittiğimiz  kafe   Montag  Coffee Roasters..Kenya  kahvesinden  hazırlanan  lattem  çok  lezzetliydi. Ortam  küçük  olsa  da  çok  sakin,  balkona  çıkıp  Kadköy  çarşı  manzarasını  seyredebilirsiniz.Buradan  Bağdat caddesine  geçip  biraz  alışveriş  yaptık.  Yemek  için  Cook  Shop  seçtik.


Klasik  şekercilerden  lokum  ve  şekerlerimi  de  alıp   dönüş  için  otobüsümüze  gittik..


13 Nisan 2015 Pazartesi

Güneşli ve Huzurlu

                               

                               Haftalardır  beklediğimiz  güneş yüzünü  gösterdi  nihayet. Ne kadar çok  ihtiyacımız varmış meğer. Kapalı ve soğuk  havalar bu yıl uzun sürdü. Depresyonumu  tetikledi,  canımın  sıkkın  olduğu uzun  günler oldu.  Şu güneş  ışınlarının  ne  büyük  iyileştirici  gücü var. Sabah  daha erken kalktım.  İşe gitmeden  deniz kenarında biraz yürüyüş  yapıp  nefes almak istedim. Sanki gri ve soğuk  günler de  boğazımı  sıkan bir el vardı ama bir an da  ciğerlerimin en ucuna  kadar  nefes alır oldum.
                Geçen  gece   izlediğim siyah  - beyaz film de   (  Brief  Encounter )  kadın güneşi görünce şöyle  diyordu :  '' Güzel  bir ikindiydi, temiz  havada olmak ferahlatıcıydı. Bence sürekli sıcak, güneşli bir iklimde yaşasaydık , hepimiz  çok farklı davranırdık. Bu kadar içine kapanık, utangaç ve  geçimsiz olmazdık. ''
En  sevdiğimi  çay  bahçesinde  en sevdiğim  masaya  oturdum.  Etrafımda  daha  çok  yaşlı amcalar  var.  Onlar da  benim  gibi   sırtlarını  güneşe  vermişler  ne güzel !  Ruhen  aynı  saftayız. Z aten yaşadığım yer  bir  kasaba,  bol bol emekli var. Ama ben bunu  çok seviyorum zaten. Ahmet Hamdi  şöyle der ya  ''  Taşra  oturup  bekleme yeridir .''   Ne  kadar  doğrudur. Keşke  benim de işe  gitme  gibi  bir derdim olmasaydı,  ben de  oturan  emekli olsaydım ...
Biraz  sonra  yanıma  bir  kedi  geldi,  biliyorsunuz  fazla  sevmem onları  ama  baktık uzun süre  birbirimize. 


                              Geçen gün  okuduğum  Ziya  Saba  mısraları  zihnimde.  Ne   güzeller  :

                                              Nefes almak, içten içe, derin derin,
                                              Taze, ılık, serin,
                                              Duymak havayı bağrında.

                                              Nefes almak, her sabah uyanık.

                                              Ağaran güne penceren açık.
                                              Bir ağaç gölgesinde, bir su kenarında.



İşte  benim  mekan.  Sık  sık  gelirim,  biraz  çay  içer,  biraz  denizi  seyrederim. En güzel  mevsim  burada  oturup  keyif yapmanın. Yazın  çok  sıcak  oluyor,  çok erken saatlerde  gelmek  lazım. Öyle çok dertleri  var ki şu insanoğlunun,  kendimize  birşey olmasa  bile yakın , eş-dostun üzücü bir  haberini  alınca bu  bizi de etkiliyor. Hayatın bu kısa molalarından zevk almaktan başka seçeneğimiz yok bence. 
Yalnız  başına gidip  bir yerlerde saatlerce oturanlardanım. Birşeyler  yapmak için başkalarına fazla ihtiyaç duymam. Ama  arkadaşlarımla da  oturmak başka bir zevk..
"Kalabalık beni sahiden sıktı. Ben iki de bir de böyle oluyorum, bazen bütün insanları boyunlarına sarılıp öpecek kadar seviyorum, bazen de hiçbirinin yüzünü görmek istemiyorum. Bu nefret filan değil… İnsanlardan nefret etmeyi düşünmedim bile… Sadece bir yalnızlık ihtiyacı. Öyle günlerim oluyor ki, etrafımda küçük bir hareket, en hafif bir ses bile istemiyorum. Fakat sonra birdenbire etrafımda bana yakın birilerini arıyorum. Bütün bu beynimde geçenleri teker teker, uzun uzun anlatacak birini. O zaman nasıl hazin bir hal aldığımı tasvir edemezsiniz. Kış günü sokağa atılmış bir kedi gibi kendimi zavallı hissediyorum."
                              Yazıma  Sabahattin Ali'nin  bu  güzel  paragrafıyla  devam etmek  isterim. Nasıl büyük  bir  yazar, okumayan varsa  büyük kayıp..


Evde  de  şu sıralar  durum  böyle.  Ben de başladım şu  örgü işine. Artık  baya bir  düzgün yapabiliyorum. Bu da  başka  bir  terapi..


Okumalarım  hızla  devam ediyor.  Şu  sıralar  başka bir kitap okuyorum ama hep diyorum Peyami Safa,  seni  ne kadar geç  keşfetmişim. Muhteşem kitaplarından biri de bu. Bu  haftamızın da  bol güneşli,  kitaplı  ve  huzurlu  geçmesi  dileğiyle..

8 Nisan 2015 Çarşamba

Kitap Okuyan Kız

                Kendimi  Renoir ' nin  Kitap Okuyan Kız  tablosunda ki  kıza çok benzetirim.Belki de bu tabloyu çok sevdiğimdendir. Baksanıza ne kadar aydınlık bir yüz, kitap  okuyan ve keyifli hisseden,  mutlu bir çehre..Okuyup bitirdiğim Huzur adlı kitabında rastlayınca Renoir resmine tekrar açıp baktım. Ahmet Hamdi Tanpınar öyle güzel anlatmış ki..
''  Sevgilisinin,gündelik hayatın her safhasında,duruşu,kıyafeti,aşkta değişen çehresi ile sanatın ölmez aynasına kendinden evvel geçenleri ona -adeta hayranlığını ve sahip olma lezzetlerini bir kat daha;ve belki de ıstıraplı bir şekilde hatırlatan bir yığın çehresi vardı.Renoir'in Okuyan Kadın'ı bunlardan biriydi.Tepeden gelen ve saçları bir altın filizi gibi tutuşturan ışığın altında,koyu nefti zeminle,elbisesinin siyahı ve boynu örten pembe gül arasından bir gül topluluğu ile fışkıran bu sarışın rüya,çehresinin tatlı sükuneti,gözlerinin kapalı çizgisi,çenenin küçük bir toplulukta birden bitişi,dudakların tatlı,adeta besleyici tebessümü gibi bir yığın benzerlikle genç adam için,sevgilisinin bazı saatlerine sanatın en sadık aynalarından birini tutuyordu.Muhayyilesi,Nuran'a olan hayranlığında Renoir'la olan benzerliği bazen daha ilerilere götürür,onun vücudunda eski Venedik ressamlarının ten cümbüşü ile akrabalık bulurdu.


                              


             Bir de  Manet' nin  Bellevue  Bahçesinde Kitap okuyan  genç kız  resmi  vardır ki  ,  ona da bakar bakar  hayallere  dalarım. Manet  sağlığını  kaybetmeye  başlayınca Paris'ten  bu  küçük  kasabaya  taşınır. Evinin  güzel  bahçesinde  yaptığı  tablolar harikadır. Asil ve genç kız etrafa neşe saçar sanki. Keşke derim şimdi  onun  yerinde olsam  ve dünyada ki en sevdiğim işi - kitap okuma- böyle bir yerde yapsam diye iç  geçiririm.


                               


                 Yalnızca  bunlar mı?  Osman Hamdi  Bey'in  Kuran Okuyan Kız  resmini de  unutmamak  gerekir.

                        


               Müfide  Kadri'yi  duydunuz mu? Türkiye’nin ilk kadın ressamlarından Müfide Kadri. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde yaşamış  ve 22 yaşında amansız bir hastalığa yakalanarak hayata veda etmiş. Ne  kadar  genç  ölmüş  değil mi? Öğrenince üzüldüm  ve  yaptığı  bu okuyan kız  tablosunda hayallere daldım. Erken  yaşta ölmesi değil acı olan yalnızca. Çünkü  anne ve  babasını da  çok  küçükken  kaybetmiş.

                      Dosya:Müfide kadri Kitap Okuyan kadın.jpg

                      Ve   son  olarak  Kitap Okuyan Sultan resmi  Liotard' tan..Bu resim “Türk giysileriyle Marie Adelaide” olarak da bilinir. Fransa kralı XV. Louis’nin üçüncü kızı olan prenses Marie Adelaide, o yılların modasına uyarak harem kıyafetleriyle poz vermiştir ressama.


                     

            Daha   bir çok kitap okuyan  kız  tablosu  var. Konu  kitaplar  olunca  çok ilgimi  çekmişti. Biraz  olsa da  paylaşmak istedim..


4 Nisan 2015 Cumartesi

Bilincin Kapısını Aralamak

                        Susan  Sontag çok sevdiğim  kadınlardan biri.  Hayatı  boyunca  kendini  geliştirmeye, yetiştirmeye  adamış,  sanat, edebiyat, sinema tutkunu olmuş , çok çok önemli  bir yazar. Geçen haftalarda  İstanbul film festivalinde  hayatını anlatan  belgeseli seyretme  imkanı  bulmuştum. Filmin  sonunda  gözünde yaşla  salondan  çıkanlardan  biriydim.  Şimdi  elimde  bir  kitabı  var.   Yeniden Doğan.. İlk  günlükleri. Sevdiğiniz  bir yazarın  mahremiyetine  açılan kapılardan  biri de  günlükler. İlk  sayfada  yazdıklarıyla  ele geçiriyor beni. Çünkü ilk  yazdıkları  1947  yılında.  Yani  14 yaşında. Daha o  yaştaki  bir  ''  çocuğun''  olgunluğu  bugün  bir çok  yetişkinde  yok . İşte  yazdıkları :
           -  Dünya  üzerinde  arzulanmaya  değer en önemli şey ,  kendine  karşı dürüstlük özgürlüğüdür, yani  doğruluktur. 
           -   İnsanları  birbirinden farklı kılan tek şey, akıllarıdır. 
           -   Bir  eylemde  bulunmanın  tek  ölçütü  ,  bireyi  mutlu  ya da  mutsuz  etmekte ki  nihai etkisidir.  
                                Bugün  çevreme  bakıyorum  da   yaşını  başını  almış  bir  çok arkadaşım ya da  tanıdığım  böylesine  bir  yetkinlikten mahrum. Herkes dürüstlükten, doğruluktan, samimiyetten bahsediyor ama bunların olmayışı  genel sorun. Hep  başkalarını suçluyoruz, herkes hile peşinde diyoruz, kimse bizi anlamıyor diye yakınıyoruz. Çoğu zaman  nerede yanlış  diye düşünürüm. Suçlayacağıma kendime çeviririm gözlerimi. Günlüğünde ki olgunluğa , sıradışılığa şaşırıyorum.





              Susan Sontag'ın  en önemli kitaplarını yıllar önce okumuştum. Şu an elimde olan başka bir kitabı. Onunla yapılan uzun soluklu bir  röportaj kitabı. Okuldan eve doğru uçarak gidiyorum okumak için. İki günde bitti bile. Nedense  birebir fikirlerini söyleşi havasında okumak ihtiyacım olan entellektüel sohbeti bana sağlıyor gibi. Günlük , sıradan konuşmalarla  çevrilmişken her tarafım  bu bölgeye  girince başka bir mutlu oluyorum. 
Okumak isteyenler için önerebileceğim bir kitap. Bilincin kapısını Aralamak..

Cuma Geldi

                                   Evet cuma geldi, yorgunluk da geldi hatta günlerdir süren baş ağrılarım da geldi. Bu hafta oldukça olums...