14 Eylül 2011 Çarşamba

YAŞAM ve ÖLÜM

                                İnsanlar doğar, yaşar  ve  ölür  basitliğinde  hayatı  ele alamadım  hiçbir  zaman...Birçok  kişi  tarafından  (  belki  de  sağlıklı  olan bu )  kabul edilen yaşam ve  ölüm  ikilemini  fazladan kafa yorarak ele alıyorum.  Şöyle  bir  durup düşününce yaşamı, yıllarca sağlanan bir bedel ,sonrasında da  amansız bir sonuç  olarak  görüyorum..Tamam  çok  kasvetli bir  yorumlama bu .  Ara sıra  okuduğum  kitaplar  da bu düşüncelerimi  pekiştiriyor.
                               Bunlardan  biri David Rief'ın   annesinin ölümü  üzerine yazdığı  kitap..Ölüm Denizinde Yüzmek..Bildiğiniz gibi annesi de  Susan Sontag.  ABD 'li  deneme ve roman yazarı, kuramcı, eleştirmen ve   insan  hakları  savunucusu..Susan  sontag  kitaplarını  büyük bir zevkle  okumuşumdur. Hele  fotoğrafçılıkla  uğraşan herkes   On Photography/ Fotoğraf Üzerine  adlı kitabını  mutlaka okumalıdır..
                              

                                   


                               Oğlu  David'in  ölümüyle ilgili yazdığı  kitaba  dönersek,  Hastalığı öğrenmelerinden bir gün öncesinden başlayan aslında bir nevi David'in, annesinin hastalığı için tuttuğu günlük olan kitap Sontag'ın ölümüne kadar devam ediyor. Dokuz bölüm ve bir sonsözden oluşan kitapta Sontag'ın son teşhis karşısındaki tavrı, arkadaşlarının onu yalnız bırakmamak için her daim evde birilerinin bulunduğu anlatılıyor. Bir oğul olarak Sontag'ın nasıl gözüktüğüne dair birçok besleyici yorum bulunuyor kitapta:

                             "Doğru mu bilmiyorum, ama benim izlenimim, annemin daima gelecekte yaşadığı. Son derece mutsuz geçen çocukluğunda, bir yetişkin olarak gelecekteki varlığı, kendini son derece uzak hissettiği ailesinden zincirlerini koparacağı zaman hakkında hayaller kurarmış. Babamla yaptığı duygusal anlamda yoğun ama bir o kadar da düzensiz ve imkânsız evlilik sırasında, kendi başına New York'ta sürdürdüğü bağımsız bir hayatın hayallerini kurduğuna inanıyorum -bir yazar hayatını kastediyorum, o zaman sürdürdüğü akademisyen hayatını değil."

                             Annesinin hayatı ne kadar sevdiğini ve aslında geçirdiği onca operasyona rağmen ona sıkı sıkı tutunduğunu hatta hayatta kalarak birçok doktorun istatistik tablolarında değişik bir yerde durduğunu anlatan David, annesinin hayatla ilişkisini de şöyle anlatıyor: "Onun bu dünyada var olma biçimini betimlemek için tek sözcük seçmek zorunda kalsaydım eğer, bu sözcük “arzulu” olurdu. Görmek, yapmak, denemek ve bilmek istemediği hiçbir şey  yoktu." Yakın bir zamanda David, annesinin gençlik döneminde tuttuğu günlükleri yayımlama kararı almıştı. O günlüklerde de Sontag, 1946'da daha 16 yaşındayken de benzer düşüncelere sahipti: 
       "Her şeyi yapmaya çabalıyorum. Her yerde zevke hazırlıklı olmalıyım ve onu bulmalıyım da çünkü o her yerde! ...Her şeyin önemi var!"
                             Kanserin  son aşamasına kadar yaşamla dolu olan,geçen zamanın yetmediğini hisseden, ölümü kabullenmeyen bir kadındı .
        "Annem öldükten kısa bir süre sonra kişisel eşyalarının dökümünü yaparken, cüzdanında bir deste kart buldum: müzelere üyelikler, performans merkezleri, uçağa sık sık binenler için kampanyalar, lokantaların adresleri, sadece bu cüzdan bile gelecek güzergâhlarla doluydu."

                           Diğer  kitaba gelirsek Simone De Beauvoir  Sessiz Bir Ölüm...Bu kitabı bu yaz tatilde yanımda  götürerek hata yapmıştım. Ünlü  yazarı son zamanlarında  annesinin  yanında oluşu, geçmişle  hesaplaşma, pişmanlıklar,  acı... Yetmiş yedi yaşındaki annenin geçirdiği küçük kazayla başlayan öykü, hastanede fark edilen ilerlemiş kanser teşhisiyle dramatik bir hal alıyor ve olayın kahramanları acılı bir süreç yaşıyor. Yazar, bu süreç içinde yaşadığı karmaşık ve yoğun duygulanımları anlatırken, bir annenin ölümünü olanca soğukkanlılığıyla betimlemeyi de başarıyor. Böylece eser, anne ile kızın arasındaki yabancılaşmayı iyiden iyiye açığa çıkardığı gibi, annenin bütün yaşamını da anlatarak bir ölümün betimlenmesinin çok ötesine geçiyor.

Gü                     
                                  nün birinde bana:  ”Analar babalar, çocuklarını anlıyorlar.” dedi,  ”ama bu karş
Günün birinde bana:  ”Analar babalar, çocuklarını anlıyorlar.” dedi,  ”ama bu karşılıklGünün birinde bana:  ”Analar babalar, çocuklarını anlıyorlar.” dedi,  ”ama bu karşılıklı oluyor…” Bu yanlış anlaşılmalar üzerine konuştuk ama genel görünümleri üzerinde durduk ancak. Bir daha da bu konuya hiç dönmedik. Kapısını çalardım. Hafifçe sızlandığını, döşeme tahtaları üzerinde terliklerini sürüdüğünü,Günün birinde bana:  ”Analar babalar, çocuklarını anlıyorlar.” dedi,  ”ama bu karşılıklı oluyor…” Bu yanlış anlaşılmalar üzerine konuştuk ama genel görünümleri üzerinde durduk ancak. Bir daha da bu konuya hiç dönmedik. Kapısını çalardım. Hafifçe sızlandığını, döşeme tahtaları üzerinde terliklerini sürüdüğünü, sonra, iç çekişini işitirdim; bu kez, konuşabileceğimi birtakım konular bulacağıma, bir anlaşma alanı yaratacağıma söz verirdim kendi kendime. Ama daha beş dakika geçmedeni gene yenilmiş olurdum: Ortaklaşa ilgilerimiz o kadar azdı ki. Kitaplarını karıştırırdım: Aynı kitapları okumuyorduk. Onu konuştururdum, dinlerdim söylediklerini, yorumlardım. Ama, annem olduğu için, başka bir ağız söylese daha az dokunacak tatsız cümleleri, bana büsbütün tatsız geliyordu. Yirmi yaşındayken, alışageldiğim beceriksizliğime bir içli dışlılık havası yaratmaya kalktığı zamanlardaki kadar kasılıyordum gene. (”Biliyorum, aklımı beğenmezsin sen. Ama bu canlılığını da, iste isteme, benden almışsın; hoşuma gidiyor.” derdi.) Canlılıktan yana kendisine çektiğimi yürekten söyler, katılırdım bu sözlerine; ama cümlesinin başlangıcı hızımı kesiyordu. Öylelikle, birbirimizi karşılıklı olarak kötürümleştiriyorduk sonra, iç çekişini işitirdim; bu kez, konuşabileceğimi birtakım konular bulacağıma, bir anlaşma alanı yaratacağıma söz verirdim kendi kendime. Ama daha beş dakika geçmedeni gene yenilmiş olurdum: Ortaklaşa ilgilerimiz o kadar azdı ki. Kitaplarını karıştırırdım: Aynı kitapları okumuyorduk. Onu konuştururdum, dinlerdim söylediklerini, yorumlardım. Ama, annem olduğu için, başka bir ağız söylese daha az dokunacak tatsız cümleleri, bana büsbütün tatsız geliyordu. Yirmi yaşındayken, alışageldiğim beceriksizliğime bir içli dışlılık havası yaratmaya kalktığı zamanlardaki kadar kasılıyordum gene. (”Biliyorum, aklımı beğenmezsin sen. Ama bu canlılığını da, iste isteme, benden almışsın; hoşuma gidiyor.” derdi.) Canlılıktan yana kendisine çektiğimi yürekten söyler, katılırdım bu sözlerine; ama cümlesinin başlangıcı hızımı kesiyordu. Öylelikle, birbirimizi karşılıklı olarak kötürümleştiriyordukı oluyor…” Bu yanlış anlaşılmalar üzerine konuştuk ama genel görünümleri üzerinde durduk ancak. Bir daha da bu konuya hiç dönmedik. Kapısını çalardım. Hafifçe sızlandığını, döşeme tahtaları üzerinde terliklerini sürüdüğünü, sonra, iç çekişini işitirdim; bu kez, konuşabileceğimi birtakım konular bulacağıma, bir anlaşma alanı yaratacağıma söz verirdim kendi kendime. Ama daha beş dakika geçmedeni gene yenilmiş olurdum: Ortaklaşa ilgilerimiz o kadar azdı ki. Kitaplarını karıştırırdım: Aynı kitapları okumuyorduk. Onu konuştururdum, dinlerdim söylediklerini, yorumlardım. Ama, annem olduğu için, başka bir ağız söylese daha az dokunacak tatsız cümleleri, bana büsbütün tatsız geliyordu. Yirmi yaşındayken, alışageldiğim beceriksizliğime bir içli dışlılık havası yaratmaya kalktığı zamanlardaki kadar kasılıyordum gene. (”Biliyorum, aklımı beğenmezsin sen. Ama bu canlılığını da, iste isteme, benden almışsın; hoşuma gidiyor.” derdi.) Canlılıktan yana kendisine çektiğimi yürekten söyler, katılırdım bu sözlerine; ama cümlesinin başlangıcı hızımı kesiyordu. Öylelikle, birbirimizi karşılıklı olarak kötürümleştiriyorduk.

ılıklı oluyor…” Bu yanlış anlaşılmalar üzerine konuştuk ama genel görünümleri üzerinde durduk ancak. Bir daha da bu konuya hiç dönmedik. Kapısını çalardım. Hafifçe sızlandığını, döşeme tahtaları üzerinde terliklerini sürüdüğünü, sonra, iç çekişini işitirdim; bu kez, konuşabileceğimi birtakım konular bulacağıma, bir anlaşma alanı yaratacağıma söz verirdim kendi kendime. Ama daha beş dakika geçmedeni gene yenilmiş olurdum: Ortaklaşa ilgilerimiz o kadar azdı ki. Kitaplarını karıştırırdım: Aynı kitapları okumuyorduk. Onu konuştururdum, dinlerdim söylediklerini, yorumlardım. Ama, annem olduğu için, başka bir ağız söylese daha az dokunacak tatsız cümleleri, bana büsbütün tatsız geliyordu. Yirmi yaşındayken, alışageldiğim beceriksizliğime bir içli dışlılık havası yaratmaya kalktığı zamanlardaki kadar kasılıyordum gene. (”Biliyorum, aklımı beğenmezsin sen. Ama bu canlılığını da, iste isteme, benden almışsın; hoşuma gidiyor.” derdi.) Canlılıktan yana kendisine çektiğimi yürekten söyler, katılırdım bu sözlerine; ama cümlesinin başlangıcı hızımı kesiyordu. Öylelikle, birbirimizi karşılıklı olarak kötürümleştiriyorduk.

6 yorum:

  1. BENİM BUGÜNKÜ YAZIM DA BUNUNLA İLGİLİ TESADÜFE BAK.

    YanıtlaSil
  2. hastalık mı geçmişte yaşamayı pekiştiriyor, diye düşündüm.
    david rief'i tanımıyordum. önerdiğiniz kitabı edinmeye çalışacağım.

    sevgiyle.
    tolga

    YanıtlaSil
  3. Buket'cim insan yaşarken akıntıya kapılan yaprak gibi varacağı o son noktayı düşünmüyor. Belki de andan tat alabilmek için düşünmemeli de zaten, belki de düşünüp boşa geçirdiğimiz zamanları daha iyi değerlendirmeli hangisi doğrusu bilemedim. Kesin olan şey hayatın ortasındaki sayfayı yırtar gibi gelen ölümün bazı insanlara yakışmadığı. Okuduğun kitaplardan paylaştıklarından çok etkilendim.



    Giz’li Teras

    YanıtlaSil
  4. Kitapların her zamanki gibi ilgimi çekti,notunu alıyorum:)
    Teşekkürler...

    YanıtlaSil
  5. karnaval 11-21 şubat 2012 tarihinde yapılacak.
    genellikle şubatın son haftası gibi oluyor.
    ben karnaval zamanındada çok güzeldi.
    arşivde italyanın içinde bulabilirsin...
    tavsiye ederim...
    sevgiler

    YanıtlaSil
  6. Hayatda saglikdan daha önemli birsey yok. Hastanelerde agladigim o günleri, o aylari ve seneleri asla unutamam, bir zaman sonra insan kendi derdinide birakip ordaki insanlarin derdiylede kahroluyor. Böyle ciddi bir saglik problemiyle karsi karsiya gelen insan- kendisi veya ailesinden biri bile olsa- hayata bakis acisi degisiyor, karakteri bile degisiyor diyebilirim. Bence böyle kitablar okumak her insan icin önemli, hayatin degerini anlamak, saygi duymak, sükür etmek icin...bende herzaman en cok kanser hastalara yanmisimdir, hele kanser olan cocuklara... Allah kimsenin basina sifa´si olmayan hastalik vermesin : (

    YanıtlaSil

Cuma Geldi

                                   Evet cuma geldi, yorgunluk da geldi hatta günlerdir süren baş ağrılarım da geldi. Bu hafta oldukça olums...